50
MADDEDE
EVRİM
TEORİSİNİN
ÇÖKÜŞÜ
HARUN
YAHYA
GİRİŞ
Yaklaşık 150 yıldır okul kitaplarından
bilimsel yayınlara kadar her yerde bilimsel bir gerçek gibi sunulmaya çalışılan
evrim teorisi gerçekte son derece çürük temellere dayanmaktadır. 150 yıldır evrimcilerin
ortaya attıkları her iddia, bilim tarafından teker teker yalanlanmıştır.
Evrimciler ise, artık teorilerini ispatlamaya çalışmaktan vazgeçmişler, ancak
propaganda, demagoji, göz boyama gibi yöntemlerle bu teoriyi ayakta
tutabilmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Amaçları bilimsel bir gerçeği
savunmak değil, sözde bilimsel olan bir safsatayı, materyalist ve ateist dünya
görüşlerini devam ettirebilmek uğruna yaşatmaya çalışmaktır.
Elinizdeki bu kitapçıkta, evrim
teorisinin temel iddiaları bilimsel delillerle çürütülmektedir. Canlılığın
evrimle meydana gelmesinin neden imkansız olduğu çok somut ve size çok yakın
örneklerle ispatlanmaktadır. Bu kitapçığın içeriğini bilmeniz, dünyanın
herhangi bir yerindeki herhangi bir evrimciye gerekli bilimsel ve akılcı
cevapları vermenize ve evrimcilerin iddialarını çürütmenize, Allah'ın izniyle
yeterli olacaktır.
Konu hakkında daha geniş bilgi edinmek
isterseniz yazarın binlerce sayfadan oluşan Evrim Aldatmacası, Evrim Açmazı
(Ansiklopedik) (2 cilt), Evrim Yalanını Çökerten Gerçekler Serisi (19 kitap),
Evrimcilere Net Cevap (4 kitap), Hayatın Gerçek Kökeni, Evrimcilerin
Yanılgıları, Evrimcilerin İtirafları gibi eserlerine başvurabilirsiniz. Yazarın
200'ü aşkın kitabına www.harunyahya.org sitesinden ücretsiz olarak
ulaşabilirsiniz.
1
Evrim
Teorisi, Tesadüfleri
Yaratıcı Bir İlah Olarak Görür
Evrim teorisinin iddiasına göre,
fosfor, karbon gibi bilinçsiz, akılsız, yeteneksiz, bilgisiz ve cansız atomlar
tesadüfler sonucunda biraraya gelmişler, yıldırımlar, volkanlar, ultraviyole
ışınları, radyasyon gibi doğal olaylar sonucunda kendilerini kusursuzca
organize ederek proteinleri, hücreleri, balıkları, kedileri, tavşanları,
aslanları, kuşları, insanları ve tüm canlılığı meydana getirmişlerdir.
Tesadüfleri yaratıcı bir ilah kabul
eden evrim teorisinin temel iddiası budur. Böyle bir iddiaya inanmak ise akla,
mantığa ve bilime karşıdır.
2
Doğal Seleksiyon Canlılardaki Karmaşık
Yapıların Nasıl Meydana Geldiğini Açıklayamaz
Evrim teorisi, yaşadıkları ortama en
iyi uyum sağlayan canlıların daha çok yaşama ve çoğalma imkanı bulduklarını ve
bu şekilde faydalı özelliklerini sonraki nesillere aktarabildiklerini, türlerin
bu "mekanizma"yla evrimleştiğini iddia etmektedir.
Oysa doğal seleksiyon olarak bilinen
söz konusu mekanizma, canlıları evrimleştirmez, onlara yeni özellikler
kazandıramaz. Sadece bir canlı türüne ait özellikleri güçlendirebilir.
Örneğin bir bölgede yaşayan
tavşanlardan hızlı koşanlar hayatta kalır, diğerleri ise ölürler. Birkaç nesil
sonra bu bölgedeki tavşanlar daha hızlı koşan bireylerden oluşur. Ancak, hiçbir
zaman bu tavşanlar başka bir canlı türüne (örneğin tazılara veya tilkilere)
evrimleşmezler.
3
Sanayi Devrimi Güveleri Doğal
Seleksiyonla Evrime Delil Değildir
Evrim teorisinin tüm dünya çapında en
çok tekrar edilen sözde 'delil'lerinin başında, 19. yüzyıl İngilteresi'nde
gerçekleşen sanayi devrimi sırasındaki güve popülasyonu gelir. İddiaya göre
sanayi devrimindeki hava kirliliği ağaç kabuklarının rengini koyulaştırmış, bu
nedenle koyu renkli güveler daha kolay kamufle olarak avcı kuşlardan korunmuş
ve sonuçta koyu renkli güvelerin nüfusu artmıştır. Ama bu bir evrim değildir,
çünkü yeni bir güve türü ortaya çıkmamış, sadece zaten var olan türlerin nüfus
oranı değişmiştir. Bunun dışında, güvelerle ilgili bu iddianın dayandırıldığı
hikayenin de doğru olmadığı ortaya çıkmıştır: Güveleri ağaçlar üzerine konmuş
olarak gösteren ünlü fotoğrafların sahte olduğu ve iddia edildiği gibi bir
"endüstriyel melanizm"in (endüstriyel kirlilik nedeniyle rengin
koyulaşması) hiçbir zaman yaşanmadığı anlaşılmıştır.
4
Deprem, Bir Şehri Nasıl Geliştiremezse,
Mutasyonlar da Canlıları Geliştiremezler
Mutasyonlar, insan vücuduna dair tüm
bilgilerin şifreli olduğu DNA üzerindeki rastlantısal değişikliklerdir.
Mutasyonlara radyasyon, kimyasallar gibi etkenler neden olur. Evrimciler,
mutasyonların canlıları evrimleştirdiğini öne sürerler. Oysa mutasyonlar
canlılara daima zarar verirler, onları geliştirmezler, onlara yeni özellikler
(örneğin kanat, akciğer gibi organlar) kazandıramazlar. Onları ya öldürür ya da
sakat bırakırlar. Mutasyonların bir canlıyı geliştirdiğini, ona yeni özellikler
kazandırdığını iddia etmek, bir depremin bir şehri daha gelişmiş ve modern bir
hale getirdiğini, veya bir bilgisayara çekiçle vurulduğunda bir üst modelinin
ortaya çıkacağını iddia etmeye benzer. Nitekim gözlemlenmiş hiçbir mutasyonun
genetik bilgiyi artırdığı görülmemiştir.
5
Hayat Hayattan Gelir
Ortaçağ'dan beri inanılan
"spontane jenerasyon" adlı yanlış bir teori, cansız maddelerin
tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerini öngörüyordu.
18. yüzyıla dek, böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan
oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını
yazdığı 19. yüzyılda ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı,
bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının
yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime
temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve
deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin
hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür."
Bu gerçek, yeryüzünde yaşamın
kendiliğinden oluşmadığını, ancak mucizevi bir yaratılışla başladığını da bir
kez daha göstermiş oluyordu.
6
Ara Geçiş Canlılarına Fosil
Kayıtlarında Rastlanmamıştır
Evrim teorisi, bir türün bir başka türe
dönüşmesinin ilkelden (basitten) karmaşığa doğru, yavaş ve aşamalı olduğunu
iddia eder. Bu iddiaya göre, bu dönüşüm sırasında "ara geçiş formu"
adı verilen ucube canlıların yaşamış olması gerekir. Örneğin, balık
özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri
kazanmış olan yarı balık yarı sürüngenler, yarı maymun yarı insanlar, yarı
sürüngen yarı kuş canlılar yaşamış olmalıdır geçmişte. Eğer gerçekten bu tür
canlılar yaşamışlarsa, bunların kalıntılarına da fosil kayıtlarında rastlanması
gerekir. Oysa, yıllardır büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarından eser
yoktur.
7
Canlı Grupları Yeryüzünde Aniden
ve Aynı Anda Ortaya Çıkmıştır
Bugün bilinen temel canlı
kategorilerinin tamamına yakını, 530-520 milyon yıl önce, "Kambriyen
Devri" adı verilen jeolojik devirde aynı anda ve aniden ortaya çıkmıştır.
Süngerler, yumuşakçalar, solucanlar, derisidikenliler, eklembacaklılar,
omurgalılar gibi birbirinden tamamen farklı vücut planlarına sahip canlı
kategorileri, daha önceki jeolojik devirlerde hiçbir benzerleri yokken, bir
anda belirmişlerdir. Bu gerçek, evrimcilerin, canlıların tek bir ortak atadan
uzun zaman içinde ve aşama aşama türedikleri iddiasını çürüten önemli bir
delildir.
Yeryüzünün bir anda, son derece farklı
vücut yapılarına, son derece karmaşık organlara sahip birçok canlı ile dolması,
elbette ki bu canlıların yaratıldıklarını gösterir. Evrimciler, Allah'ın
varlığını ve yaratışını inkar ettikleri için bu mucizevi olayı kesinlikle
açıklayamazlar.
8
Canlı
Türleri Yüz Milyonlarca Yıl Boyunca
Hiçbir
Değişikliğe Uğramamaktadırlar
Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış
olsaydı, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve
zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun
tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, kendilerine benzeyen ataları
olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim
geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.
9
Evrimcileri Hayal Kırıklığına
Uğratan
Balık: Cœlecanth
Evrimciler 400 miyon yıllık fosilleri
bulunan Cœlacanth sınıfına dahil olan balıkları, balıklar ve amfibiyenler
arasında çok güçlü bir ara form delili olarak gösteriyorlardı. Bu canlının
yetmiş milyon yıl önce soyu tükenmiş bir tür olduğu zannedildiği için,
evrimciler fosili üzerinde her türlü spekülasyonu yapmışlardı. Ancak 22 Aralık
1938'de Hint Okyanusu açıklarında bir Cœlacanth canlı olarak bulundu. İlerleyen
yıllarda başka bölgelerde de 200'den fazla Cœlacanth yakalandı.
Bu balıkların yakalanmasıyla beraber,
bu canlılar üzerinde yapılan spekülasyonların temelsizliği de anlaşılmış oldu.
Cœlacanth, evrimcilerin iddialarının aksine karaya çıkmak üzere olan yarı balık
yarı amfibiyen özellikleri gösteren bir canlı değildi. Hatta 180 m. derinliğin
üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balığı idi. Dahası, yaşayan Cœlacanthlar ile
400 milyon yıllık fosil örnekleri arasında hiçbir fark yoktu. Canlı, hiçbir
"evrim" geçirmemişti.
10
Kuş Kanatları Tesadüflerin
Eseri Değildir
Evrimciler kuşların sürüngenlerden
evrimleştiğini ileri sürerler, ancak bu imkansızdır. Sadece kuş kanatları bile
bunu kanıtlamaya yeter. İddia edildiği gibi bir evrim olması için, bir
sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen mutasyonlar sonucunda
kusursuz kanatlara dönüşmüş olması gereklidir ki, bu mümkün değildir. Herşeyden
önce bu teorik canlı yarım kanatla uçamayacaktır. Bir yandan da ön ayaklarından
mahrum kalmış olacaktır. Bu ise canlının sakat olmasına ve evrim teorisine göre
elenmesine neden olacaktır. Ayrıca, uçuş için kanatların tüm detaylarının
kusursuzca oluşması gerekir. Kanatların; kuşun göğüs çıkıntısına sağlam bir
biçimde tutturulmuş olması gerekmektedir. Kuşu havaya kaldırmaya, havadaki
dengesini ve her yöne hareketini sağlamaya elverişli bir yapıda olması, kanat
ve kuyruk tüylerinin hafif, esnek ve birbiriyle orantılı olması, kısaca uçuşa
imkan veren mükemmel bir aerodinamik düzende işlemesi şarttır. Kanatların bu
kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen rastlantısal mutasyonlar
sonucu meydana gelmiş olabileceği sorusu tümüyle cevapsızdır.
11
Archaeopteryx, Sürüngenlerle
Kuşlar Arasındaki Kayıp Halka Değildir
Archaeopteryx adlı 150 milyon yıllık
kuş fosili, evrimciler tarafından 19. yüzyıldan beri "evrimin en büyük
fosil kanıtı" olarak gösterilmiştir. Bu kuşun bazı sürüngen özellikleri
gösterdiği ve bu yüzden sürüngenler ile kuşlar arasındaki "kayıp
halka" olduğu iddia edilmiştir. Ancak Archaeopteryx'in tam bir uçucu kuş
olduğunu gösteren son bulgular bu iddiayı geçersiz kılmıştır. Dahası, kuşların
sözde sürüngen ataları olarak kabul edilen teropod dinozorları Archaeopteryx'ten
çok daha gençtirler. Bu ise evrimcilerin gizlemeye çalıştıkları bir gerçektir.
12
Ünlü 'Atın Evrimi' Senaryosu Fosil
Kayıtları Tarafından Yalanlanmaktadır
Onlarca yıldır, "atın
evrimi", evrim teorisinin en iyi belgelenmiş kanıtlarından biri olarak
gösterilmiştir. Farklı devirlerde yaşamış dört ayaklı memeliler küçükten büyüğe
doğru dizilmiş ve bu "at serileri" doğa tarihi müzelerinde
sergilenmiştir. Oysa son yıllardaki araştırmalar, at serilerindeki canlıların
birbirlerinin atası olmadığını, sıralamaların çok hatalı olduğunu, atın atası
olarak gösterilen canlıların gerçekte attan daha sonra ortaya çıktıklarını
ortaya koymaktadır.
13
Evrimcilerin Maymun Adam Hikayeleri
Hiçbir Delile Dayanmamaktadır
Darwinizm'in en önde gelen aldatmacası,
insanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiği iddiasıdır. Bu iddia,
oluşturulan binlerce hayali çizim ve maket yoluyla kitlelere empoze edilir.
Oysa gerçekte "maymun-adamlar"ın yaşamış olduğuna dair hiçbir kanıt
yoktur. İnsanın en eski atası olarak ileri sürülen Australopithecus,
şempanzelerden pek farklı olmayan soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrim
şemasında Australopithecus'un sonrasına yerleştirilen Homo erectus, Homo
sapiens neanderthalensis, Homo sapiens archaic gibi sınıflamalar ise, farklı
insan ırklarıdır. Bu sınıflamalar ile günümüz insanları arasındaki küçük
anatomik farklar, günümüzde de Avustralya yerlileri, Pigmeler, Eskimolar gibi
farklı insan ırkları arasında görülmektedir.
14
% 99 Maymun-İnsan Benzerliği
İddiası Bir Aldatmacadan İbarettir
Zaman zaman gündeme gelen "insan
ve maymun genlerinin % 99 benzerliği" ifadesi yıllar önce kasıtlı olarak
üretilmiş propaganda amaçlı bir slogandır.
Öncelikle, her iki türün DNA'larının
kıyaslanabilmesi için ikisinin de gen haritasının bilinmesi gerekir. Ancak şu
ana kadar yalnızca insanın genetik haritası çıkartılmıştır. Şempanze içinse
henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır.
Sansasyonel şekilde duyurulan
araştırmalarda insandaki 30.000 genin sadece 97'si (binde 3'ü)
karşılaştırılabilmiştir. Bu kadar yetersiz bir araştırma ile insan maymun arası
bir soy bağı kurmak tamamen evrimci ön yargılardan kaynaklanmaktadır.
Evrimcilerin bu genellemesi, sadece 3'er cümlesi okunmuş kalınca iki kitabın
%99 benzer olduğunu ilan etmek kadar saçmadır.
İki canlının genleri kısmen benzediği
için benzerlik oranı seçilen genlere göre değişkenlik gösterir. Hiç benzemeyen
genler seçilirse elde edilen sonuç %0; tamamen aynı genler seçilirse %100
çıkar. Kaldı ki, evrimcilerin yansıtmak istediklerinin aksine insan, genlerini
sadece şempaze ile paylaşmaz. İnsan ile meyve sineği veya balina genlerinin
karşılaştırıldığı bir çalışmada tamamen aynı genler seçilirse insan %100 meyve
sineği ya da %100 balina çıkabilecektir!
Sonuç olarak insan ve maymunun bütün
genlerinin %99 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
15
İnsan Bilincinin Kaynağı
Evrim Değil, Yaratılıştır
Evrim teorisi insan bilincinin nasıl
ortaya çıktığını kesinlikle açıklayamaz. Şuursuz atomlar ve tesadüfler;
medeniyetler kuran, sanat eserleri meydana getiren, tıptan arkeolojiye kadar
birçok bilim dalı oluşturan, felsefeler üreten, sevinen, hayranlık duyan,
besteler yapan, dinlediği müzikten zevk alan, yediği yoğurdun tadından
hoşlanan, dostları olan, vefa, sadakat, sevgi gibi kavramları bilen, özleyen,
kendisini oluşturan atomları inceleyen, uzay araçları inşa eden, mikroskobu,
ampulü icat eden insan bilincini oluşturamaz. Bilincin, insanı sadece bir madde
yığını olarak gören materyalist felsefe ile açıklanması mümkün değildir.
Beyindeki atomlar hissedemez, bilemez, konuşamazlar. Bilinç insan ruhuna ait
bir özelliktir ve insana ruhunu veren Allah'tır.
16
Canlılarda Körelmiş Organlar
Olduğu İddiası Doğru Değildir
Uzun zamandır evrimci kaynaklarda canlılardaki
bazı organların işlevsiz olduğu ileri sürülmekte ve bunların o canlıların
atalarından miras kalmış ancak artık kullanmadıkları organlar olduğu iddia
edilmektedir. Örneğin insan vücudundaki appendiks (apandisit) veya kuyruk
sokumu, yıllarca "körelmiş organ" sayılmıştır. Oysaki son yılların
bilimsel araştırmaları, tüm bu organların önemli işlevleri olduğunu ortaya koymuştur.
Evrimcilerin 20. yüzyıl başında çıkardıkları "körelmiş organlar
listesi" bugün tamamen çürümüş durumdadır. Aynı şekilde, evrimcilerin öne
sürdükleri "hurda DNA" kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe
yaramaz olduğu iddiası da yapılan yeni keşiflerle çürütülmüştür.
17
Proteinlerin Tesadüfen Oluşmaları
Kesinlikle İmkansızdır
Hayatın yapı taşı olan proteinlerin
tesadüfen oluşmaları matematiksel olarak imkansızdır. Örneğin, bileşiminde 288
amino asit bulunan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün tesadüfen
oluşma ihtimali 10300'de 1 ihtimaldir. (Bu, 1 rakamının sağına 300 tane sıfır
gelmesiyle oluşan astronomik bir sayıdır.) Bu ihtimalin pratikte gerçekleşmesi
ise imkansızdır. (Matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller pratikte "sıfır
ihtimal" kabul edilirler.) Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasını
açıklayamayan evrim teorisi, hücrenin ve daha kompleks yapıların nasıl meydana
geldiğini asla açıklayamaz.
18
Cansız Moleküllerin Tesadüfen Biraraya
Gelmesi Canlılığı Açıklayamaz
Bir protein molekülünün tesadüflerle
meydana geldiğini varsaysak dahi canlılığın tesadüfen kendiliğinden oluşması
imkansızdır.
Çünkü proteinden hücreye gitmek için,
daha binlerce aşama gereklidir. Öncelikle, oluşan bu protein, o ortamda
ultraviyole ışınlarına ve şiddetli mekanik etkilere rağmen hiçbir bozulmaya
uğramadan, sabırla hemen yanıbaşında diğerlerinin tesadüfen oluşmasını
beklemelidir. Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan bu proteinler anlamlı
şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini oluşturmalıdır. Aralarına
hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe yaramaz protein zinciri
karışmamalıdır. Sonra bu organeller son derece planlı ve organize bir biçimde
biraraya gelip, gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplanmalı, bu
zarın içi de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla dolmalıdır. Oysa
bu aşamaların her biri ayrı ayrı imkansızdır.
19
Hücre Büyük Bir Şehirden
Daha Komplekstir
Evrimci senaryoya göre, bundan dört
milyar yıl kadar önce, ilkel dünya atmosferinde birtakım cansız kimyasal
maddeler tepkimeye girmiş, yıldırımların, sarsıntıların etkisiyle karışmış ve
ilk canlı hücre ortaya çıkmıştır. Oysa hücre, bilim adamlarının benzetmesiyle,
New York şehri kadar kompleks bir yapıya sahiptir. Hücrenin içinde enerji
üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan kargo
sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme sistemine kadar
birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli faaliyet halindedir.
Evrimcilerin hücrenin tesadüfen meydana geldiği iddiasına inanmak, New York
şehrinin tüm binaları, otoyolları, taşıma sistemleri, elektrik ve su şebekesi
vs ile birlikte, tesadüfen meydana gelen fırtına, deprem gibi doğa olayları
neticesinde kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmek kadar mantıksız ve
saçmadır.
20
Hücre Yapılarındaki Tasarım,
Evrim Teorisinin Geçersizliğini
Gösteren Bir Delildir
İnsan vücudundaki yaklaşık 200 farklı
tipteki hücre mükemmel tasarımları sayesinde farklı görevler üstlenirler.
Örneğin sinir hücrelerinin omurilikten ayağa kadar uzanan yaklaşık 1 metrelik
uzantıları vardır. Bu sayede uyarılar tek bir hat üzerinden hızla gidecekleri
bölgeye ulaşırlar. Kan hücreleri ise sadece 7 mikrometre boyundadır. Böylece
mikroskobik boyuttaki kılcal damarlardan sıkışmadan geçebilirler. Gözdeki ışığa
duyarlı retina hücrelerinde ışığa duyarlı pigmentleri ve sinir bağlantısını
taşıyan çok sayıda zar vardır. Bu sayede göz hücreleri ışığa duyarlıdır. İnce
bağırsakta da görevine uygun şekle sahip, besinleri emici hücreler vardır. Tüm
bu hücreler tek bir hücrenin bölünerek çoğalmasından oluşmuştur. Peki tüm bu
hücrelerin tasarımını, görevleri için en uygunu olan kusursuz şekillerini
şuursuz atomlar ve tesadüfler mi üstlenmişlerdir? Evrim teorisinin kesinlikle
açıklayamayacağı bu olağanüstü organizasyon ve tasarım, Allah'ın yaratışının
bir delilidir.
21
Canlılık Uzaydan Geldi İddiası
Hayal Ürünüdür
Evrimci çevreler ilkel dünya şartlarında
tesadüfen amino asit oluşamayacağı gerçeği karşısında yeni açıklama arayışlarına
yönelmişlerdir. Ortaya atılan yeni iddialardan birine göre, uzaydan yeryüzüne
düşen meteorlarda bulunan amino asitler ile organik maddeler reaksiyona girmiş
ve böylece canlılık oluşmuştur. Oysa ilkel dünya atmosferinin amino asitleri
parçalayıcı özellikte olduğu bilinmektedir. Ayrıca, ilkel dünya koşullarında,
uzaydan çok bol miktarda amino asit gelseydi ve hatta yeryüzü tamamen amino
asitlerle kaplı olsaydı dahi bu, canlıların kökenini açıklayan bir durum olmazdı.
Çünkü amino asitlerin tesadüfen ve rastgele biraraya gelerek son derece
kompleks, üç boyutlu bir proteini ve proteinlerin, hücrenin organellerini, ardından
bu organellerin de tüm mucizevi yapısıyla bir canlı hücreyi meydana getirmesi
mümkün olmazdı.
Bir diğer görüşe göre ise, ilk canlılık
dünya dışında, başka gezegenlerde oluşmuştur. Daha sonra bu canlıların spor ya
da tohumları göktaşları ile Dünya'ya taşınmış ve canlılık başlamıştır. Ancak
bugünkü bilgilere göre spor ve tohumların uzayda, Dünya'ya gelişleri sırasında
sıcaklık, basınç, zararlı ışınlar vb. koşullara dayanması mümkün
görülmemektedir. Kaldı ki, ilk hücrenin başka bir gezegende oluştuğu iddiası
aslında evrimcilerin sorununu çözmemekte, sadece başka bir adrese taşımaktadır.
Canlılığın tesadüfen oluşumu önündeki engeller Dünya'da ne ise, bir başka
gezegende de odur.
22
"Hayatın İlkel Dünyada Tesadüfen
Oluşabildiği İspatlanmıştır" Yalanı
Bu iddiayı öne süren evrimci
kaynaklarda tek kanıt olarak 1953 yılındaki Miller Deneyi gösterilir. Oysa bu
deneyde canlı bir hücre oluşturulmamış, sadece birkaç basit aminoasit
sentezlenmiştir. Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek
proteinleri oluşturmaları, bunların da bir hücre meydana getirmeleri
matematiksel olarak imkansızdır. Kaldı ki, Miller'ın sentezlediği aminoasitler
dahi anlam taşımamaktadır. Çünkü Miller deneyinde ilkel dünya atmosferinde
bulunmayan gazlar kullanmıştır.
23
Evrim Teorisi, Proteinlerin Yeteneklerinin
Nasıl Oluştuğunu Asla Açıklayamaz
Vücuttaki proteinlerden biri olan
albumin, kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli safra kesesi maddesini ve
penisilin gibi ilaçları kendine bağlar. Daha sonra kanla birlikte vücutta
gezerek, topladığı maddeleri karaciğerde kullanılır hale getirilmek üzere bırakır,
besin maddelerini ve hormonları ise gerekli oldukları yerlere götürür.
Albumin gibi, hiçbir bilgisi, şuuru
olmayan atomlardan oluşmuş bir molekül nasıl olur da, yağları, zehirleri,
ilaçları, besin maddelerini birbirinden ayırt edebilir?
Dahası, nasıl olur da karaciğeri, safra
kesesini tanıyıp, taşıdığı maddeleri şaşırmadan, yanılmadan, hiç hata yapmadan
her seferinde doğru yere ve ihtiyaç oranında bırakabilir? Kanda taşınan zehirli
maddeleri, ilaç ve besin maddelerini insanlar dahi birbirinden ayırt edemezken,
atomlardan oluşmuş bir molekül bunu nasıl başarabilmektedir?
24
Vücudumuzda Bir Enerji Santrali Kurmayı
Şuursuz Atomlar mı Düşünüp Tasarlamışlardır?
Milimetrenin 100'de biri büyüklüğünde
olan hücrelerimizin içindeki "mitokondri" isimli enerji santrali, bir
petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha komplekstir.
Binlerce mühendisin, teknik uzmanın, işçinin, tasarımcının biraraya gelerek, en
yüksek teknolojiyi kullanarak sağladıkları enerjiyi, belirli sayıda atomun
birleşmesinden oluşan, şuur ve bilgi sahibi olmayan hücrelerimiz çok daha
ekonomik ve pratik bir yöntemle elde ederler.
Hücrelerimizdeki enerji santralinde,
enerji tasarrufundan artık maddelerin değerlendirilmesine kadar her türlü detay
planlanmış ve kusursuzca yaratılmıştır. Evrim teorisi, hücrenin içindeki bu
gibi detaylardan bir tanesinin bile oluşumunu açıklamaktan acizdir.
25
DNA'daki 25 Ciltlik Ansiklopedi
Dolusu Bilgi Tesadüfen Ortaya Çıkamaz
İnsanın tek bir DNA molekülünde bir
milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak bilgi bulunmaktadır. Bu bilgilerin
tamamı çok önemli bir sıralamaya sahiptir. Şimdi düşünün, milyonlarca harfi
rastgele caddeye serpsek, serpilen bu harflerin hepsi bir makale haline
dönüşse, sonra bu milyonlarca harf gazete sayfasındakiler gibi yazılar
oluştursa, bunun kör bir tesadüf eseri olduğunu söylemek mümkün müdür? Elbette
ki hayır. Ancak Darwinist anlayışa göre bu olağanüstü olayın tesadüfen
gerçekleşmesi mümkündür.
26
Farklı Canlı Türleri Nasıl Farklı
DNA'lara Sahip Olmuşlardır?
Evrimciler, canlı türlerinin farklı
genetik bilgilere sahip olmalarını mutasyonlara bağlarlar. Mutasyon DNA'da
radyasyon ya da kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen değişikliklerdir. Oysa
mutasyonlar DNA'ya ya zarar verir ya da üzerinde etkisiz olurlar.
Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım:
Kalın bir dünya tarihi kitabının baştan sona bilgisayara yazılmasını isteyelim.
Bu iş yapılırken, kitabı birkaç kez baştan yazdıralım ve her seferinde kitabı
yazan kişiye arada tuşlara gözlerini kapatarak (tesadüfen) basmasını isteyelim.
Bu yöntemle tarih kitabı gelişir mi? Örneğin daha önce kitapta var olmayan
"Eski Mısır Tarihi" gibi bir bölüm oluşabilir mi?
Elbette ki kitaba eklediğimiz harf
hataları kitabı geliştirmez, aksine tahrip eder, anlamını bozar. Ama evrim
teorisinin iddiası, "harf hatalarının bir kitabı geliştirdiği"
yönündedir.
27
Genlerdeki Hiyerarşik Düzenin
Kurucusu Kimdir?
Bazı genler diğerleri üzerinde kontrol
yetkisine sahiptir. Örneğin bazı kontrol genleri, çocukluk döneminde hemoglobin
üreten genin çalışmasını durdurur. Bu, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken
bir bilgidir. Genler, atomlardan oluşan moleküllerdir. Peki bu moleküller,
aralarında böylesine düzenli bir organizasyonu nasıl kurmuşlardır? Nasıl olup
da, bir molekül bir insanın artık boyunun uzamasını durdurma kararı alır, bu
kararını diğerine iletir, diğeri ise bu kararı nasıl anlayıp, itaat edip,
uygulamaya koyar? Bu disiplinin kurucusu kimdir? Dahası, milyonlarca yıldır,
trilyonlarca gen, aynı disiplin, itaat, akıl ve şuurla görevini eksiksiz yerine
getirmektedir.
Böyle kusursuz çalışan bir sistemin
tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, çok büyük bir safsatadır.
28
Evrimcilerin İçinde Bulundukları
Çıkmazı Gösteren Bir Örnek
Evrimciler, büyük varillerin içine
canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum
gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan
ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeyi de bu
varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (dünya atmosferinde
kendiliğinden oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir
tekinin bile rastlantısal oluşması imkansız olan) protein doldursunlar. Bu
karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri
gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen
bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar nöbetleşe milyarlarca, hatta
trilyonlarca sene varillerin başında beklesinler. Bir insanın oluşması için
hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest
olsun. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir insan
çıkaramazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri,
papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri,
muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları,
incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk
renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini
oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların
tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya
gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek oluşan bu hücreyi
ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan,
sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri
yaratamazlar. Madde bilinçsiz, cansız bir yığındır ve ancak Allah'ın üstün
yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi
ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar
üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça
gösterir.
29
Evrim Teorisi, Canlılardaki
Bilinçli Tasarımı Açıklayamaz
Bir odaya girdiğinizde eğer masanın
üzerindeki kağıdın üzerinde mürekkep lekesi görürseniz, mürekkep şişesinin bir
şekilde kağıdın üzerine döküldüğünü ve orada rastgele bir şekil oluşturduğunu
düşünürsünüz. Ancak eğer bu kağıdın üzerine mürekkeple yazılmış "BABANI
ARA" diye bir not görürseniz, bu yazının kağıdın üzerinde rastgele
oluşmadığını bilirsiniz. Notun sahibini görmeseniz bile, bunun bilinçli bir
kişi tarafından yazılmış anlamlı ve amaçlı bir not olduğundan şüphe etmezsiniz.
Veya, çok güzel bir tablo gördüğünüzde, ressamını görmemiş olsanız bile bu
tablonun bilinçli bir tasarımın eseri olduğunu bilirsiniz.
Boyaların yere dökülerek bu resmi
rastgele oluşturduğunu hiçbir zaman düşünmezsiniz. Aynı gerçek canlılıktaki
kusursuz tasarım için de geçerlidir. Canlılardaki kusursuz ve olağanüstü
tasarım, onların tesadüflerin eseri olmadıklarını, bilinçli bir tasarımın
sonucu olduklarını açıkça göstermektedir. Evrim teorisi ise, bu gerçek
karşısında çökmüştür. Canlılıktaki bilinçli tasarımın sahibi, alemlerin Rabbi
olan Allah'tır.
30
Canlılardaki İndirgenemez Kompleks
Yapılar Evrim Teorisine Meydan Okuyor
Evrim teorisinin iddialarını tümüyle
geçersiz kılan indirgenemez komplekslik, evrimcilerin iddia ettikleri aşama
aşama gelişimi imkansız hale getirir. Örneğin biraraya gelerek gözü oluşturan,
gözyaşı bezi, retina, iris gibi organellerin aşamalarla teker teker oluşmaları
mümkün değildir. Çünkü gözü oluşturan tüm parçalar eksiksiz olduğunda görme
gerçekleşecektir. Biri eksik olsa organ işlevsiz olacağından evrime göre
işlevsiz bir organın "doğal seleksiyona" uğrayarak yok olması
gerekmektedir.
31
İnsan Gözü En Gelişmiş Kameradan
Çok Daha Kompleks ve Kusursuzdur
İnsan gözü, 40 temel parçadan oluşur ve
en gelişmiş kameradan çok daha kusursuz bir görüntü ve netlik sağlar. Gözün
görebilmesi için bu 40 temel parçanın hepsinin aynı anda birden var olması ve
uyum içinde çalışması gerekir. Bu parçalardan biri olmasa göz göremez. Bir
kamera nasıl, kendisini oluşturan parçaların tesadüfler sonucunda biraraya
gelmesiyle aşama aşama oluşamazsa, göz de aşama aşama ve tesadüflerin sonucunda
oluşamaz.
32
İnsan Beyni Karmaşık ve Üstün
Bir Organizasyona Sahiptir
Beyin yaklaşık 100 milyar sinir
hücresinden oluşur. Beyindeki sinir hücreleri, aralarında "sinaps"
denilen bağlantı noktaları sayesinde iletişim kurarlar. Her bir nöronda 10 bin
sinaps bulunmaktadır. Bu, bir nöron aynı anda 10 bin farklı nöronla iletişim
kurabilir demektir. İnsan beyninin içindeki sinapsların sayısının 1 katrilyon
olduğu tahmin edilmektedir. (Bu 1.000.000.000. 000.000 haberleşme demektir.)
Bilgisayarlardaki sinir hücrelerine denk gelen transistörlerde ise sadece 6
bağlantı noktası bulunmaktadır.
Dünyanın en hızlı işlem yapan
bilgisayarları ortalama, olarak saniyede 109 işlem yapabilmektedir. Beynin hızı
ise aynı işlem için 1015'tir. (saniyede 10.000.000.000. 000.000 hızında) Dahası
bilgisayar hafızasının kapasitesi 1011 bit'ken (bit= bilgisayarda
kaydedilebilen en küçük bilgi birimi) beyninki 1014'tür. Aradaki bu fark beynin
kapasitesinin, 1000 adet bilgisayarın toplam kapasitesi kadar olduğunu
göstermektedir.
Tesadüflerin, hayranlık uyandıracak bir
iletişim ağı kuracak şekilde sinir hücrelerini organize etmeleri kesinlikle
imkansızdır. Bu, 20. yüzyılın en büyük gelişmelerinden biri olan internet
teknolojisinden çok daha kompleks ve harika bir sistemdir. Peki nasıl olur da,
internet teknolojisinin veya en basit bir telefon santralinin dahi tesadüfen
oluşamayacağını, bunun mühendislik, tasarım, bilgi, bilinç, akıl ve teknoloji
gerektirdiğini bilen insanlar, beyindeki çok daha olağanüstü sistemin tesadüfen
oluştuğunu iddia edebilmektedirler?
Kuşkusuz bu, evrim teorisine körü
körüne bağlılığın bir sonucudur. Önyargısız yaklaşan her insan insanın
yaratılışındaki ihtişamı görebilir.
33
Evrimcileri Çaresiz Bırakan
Bakteri Kamçısı
Bakteri kamçısı, bazı bakteriler
tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır. Bu organik
motor, hücre içinde ATP molekülleri halinde saklı tutulan hazır enerjiyi
kullanmaz. Bunun yerine kendine özel bir enerji kaynağı vardır: Bakteri,
zarından gelen bir asit akışından aldığı enerjiyi kullanır. Kamçıyı oluşturan
yaklaşık 240 ayrı protein vardır. Bilim adamları kamçıyı oluşturan bu
proteinlerin, motoru kapatıp açacak sinyalleri gönderdiklerini, atom boyutunda
harekete imkan sağlayan mafsallar oluşturduklarını belirlemişlerdir.
Sadece bakteri kamçısının bu kompleks
yapısı dahi evrim teorisini çökertmek için yeterlidir. Çünkü kamçı hiçbir
şekilde basite indirgenemeyecek bir yapıdadır. Kamçıyı oluşturan moleküler
parçaların tek bir tanesi bile olmasa, ya da kusurlu olsa, kamçı çalışmaz ve
dolayısıyla bakteriye hiçbir faydası olmaz. Bakteri kamçısının ilk var olduğu
andan itibaren eksiksiz olarak işlemesi gerekmektedir. Bu gerçek karşısında
evrim teorisinin "kademe kademe gelişim" iddiasının anlamsızlığı, bir
kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır.
34
Hafıza ve Laboratuvar Sahibi
Savunma Sistemi
Antijen adı verilen bazı mikroplar ve
yabancı maddeler dolaşım sistemine girerek insan için tehlike oluştururlar.
Bunun üzerine savunma sistemi hücreleri antijenlere karşı "antikor"
adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye ya da çoğalmalarını önlemeye
çalışırlar.
Antikorların sahip oldukları en önemli
özellik doğada var olan yüzbinlerce birbirinden farklı mikrobu tanıyıp,
kendilerini onları yok etmeye yönelik olarak hazırlayabilmeleridir. Fakat asıl
ilginç olan laboratuvarda oluşturularak insan vücuduna yerleştirilen yapay
antijenleri bile tanıyan antikorların bulunmasıdır.
Bir hücre nasıl olur da yüzbinlerce
farklı yabancı hücreyi tanıyabilir? Üstelik bunun yanısıra, yapay olarak
üretilen bir maddenin de bilgisine sahip olabilir? Dahası, antikorlar yabancıya
karşı kullanılacak etkili silahları da anında tespit edip üretebilirler. Bu
durum, evrimcileri büyük bir çıkmaza sokmaktadır.
35
Bir Heykeltıraş Gibi Çalışan Kemik
Hücreleri, Tesadüflerin Eseri Değildir
Kemikte yer alan osteoklast adlı
hücrelerin görevlerinden biri kemiğin bazı bölgelerindeki boşluklarda yıkıma
yol açarak, kemiğin biçiminin ve boyunun değişmesini ve giderek erişkin
boyutlara varmasını sağlamaktır. Bir yandan da kemik yüzeyindeki çıkıntıların
küçülmesini sağlar. Osteoklastların kemikte yaptığı yıkım sırasında osteoblast
adlı kemik hücreleri de iskeleti oluşturmak üzere yeni kemik yapmaya başlar.
Her insanda kemiklerde bulunan bu
hücreler aynı görevi görürler. Hepsi kemik yüzeyini nasıl küçülteceklerini
bilirler. Kafatasındaki kemiklerle uyluk kemiği arasındaki farklılıkları
bilerek kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamasının duracağını,
incelik ve kalınlığının nasıl olacağını bilirler. Kemik hücreleri, vücudun
iskelesini, adeta bir heykeltıraş gibi, büyük bir titizlikle hazırlarlar. Her
parçanın sertliğini, uzunluğunu, şeklini, girinti çıkıntılarını, birbirleriyle
kesişeceği yerleri kusursuzca tasarlayan ve inşa eden bu hücrelere her
adımlarını ilham eden Yüce Allah'tır.
36
Kanın Pıhtılaşmasındaki Mucize
Kanın pıhtılaşması, otoyolda meydana
gelen bir kazaya acil çağrılarla yetişen devriye ve ambulansların ilk
yardımlarını anımsatan bir işlemdir.
Vücudun herhangi bir bölgesinde bir
kanama olduğunda ilk yardım trombosit adı verilen kan plakçıklarından gelir.
Trombositler kanın içinde dağınık olarak dolaşırlar, bu nedenle kanama vücudun
neresinde olursa olsun mutlaka o bölgeye yakın, devriye gezen bir trombosit
vardır.
"Von Willebrand" isminde bir
protein ise, kaza yerini işaret ederek yardım isteyen bir trafik polisi gibi,
trombositleri gördüğünde önlerini keser ve olay yerinde kalmalarını sağlar.
Olay yerine gelen ilk trombosit, aynı telsizle yardım ister gibi, bir madde
salgılayarak, diğerlerini de olay yerine çağırır.
Bu arada, vücutta yer alan 20 enzim
biraraya gelerek yaranın üzerinde trombin adında bir protein üretmeye başlar.
Trombin sadece açık yaranın olduğu yerde üretilir. Bu, olay yerinde bulunan ilk
yardım ekibinin, hasta için gereken ilacı olay yerinde imal etmesi gibi bir
olaydır. Üstelik bu üretim tam ihtiyaç kadar olmalıdır. Ayrıca bu proteinin
üretimi tam zamanında başlamalı ve tam zamanında durdurulmalıdır. Başlama ve
durdurma emrini bu proteini üreten enzimler kendi aralarında verirler.
Yeterli miktarda trombin proteini
üretildikten sonra fibrinojen adı verilen iplikçikler oluşturulur. Bu
iplikçikler kanın üzerinde bir ağ meydana getirirler ve gelen trombositler bu
ağa takılarak birikir. Bu birikim yoğunlaştığında ise kanın dışarı akışı durur.
Burada bahsedilen enzimler, proteinler, cansız, şuursuz, kör atomların farklı
şekillerde dizilmelerinden oluşmuş yapılardır. Bunların her biri, yaralanma
olayının en başından itibaren bir görev üstlenerek, en acil şekilde akan kanı
durdurmak için "organize olurlar". Bu atom yığınlarının böylesine bir
şuur göstermesi ise kuşkusuz çok büyük bir mucizedir ve tümüyle rastlantılara
dayalı olan "evrim" sürecinin ürünü elbette olamaz.
37
Tek Bir Molekülün Özellikleri Dahi
Evrim Teorisini Çürütmek İçin Yeterlidir
Trombin, kanı pıhtılaştıran bir
proteindir. Ancak, bu protein sürekli kanın içinde dolaşmasına rağmen, her
zaman kanı pıhtılaştırarak akışını durdurmaz. Sadece damarlardan birinde kanama
olduğunda pıhtılaşma gerektiğini anlar ve kanı pıhtılaştırır. Eğer trombin hiç
durmadan görevini yerine getiriyor olsaydı, kandaki trombin proteinleri
nedeniyle damarlardaki tüm kan pıhtılaşır ve canlı yaşayamazdı. Peki, cansız ve
şuursuz atomlar, hem kanamayı durdurmak için bu proteini tasarlamış, hem de bu
proteinin canlıya zarar vermesini önlemek için gerekli özellikleri düşünüp
oluşturmuş olabilirler mi? Bilinçsiz atomlar, bu kadar aşamalı, detaylı ve
muazzam bir bilgi ve yetenek gerektiren mekanizmaları meydana getirebilirler
mi? Elbette ki hayır. Tüm bunları tasarlayan ve yaratan Yüce Allah'tır.
38
Yararlı ve Zararlı Maddeleri
Birbirinden Ayırt Edebilen Kan Hücreleri
Kan, hücrelerin atıklarını toplayan bir
çöp ünitesi gibidir. Atık maddeleri böbreklere taşır ve bu maddeler böbreklerde
temizlenir. Hücrelerde üretilen zehirli karbondioksit gazı ise yine kan
tarafından akciğerlere taşınır ve burada vücuttan atılır.
Damarlarda hareket eden kan hücreleri,
son derece bilinçli bir şekilde, atık maddeleri ve yararlı maddeleri
birbirlerinden ayırt edebilmekte ve hangisinin nereye bırakılacağını çok iyi
bilmektedirler. Örneğin hiçbir zaman zehirli gazları böbreklere veya atık
maddeleri akciğere taşımazlar. Ya da, besin ihtiyacı olan bir organa atık
maddeleri götürmezler. Kan hücrelerinin, hiçbir şaşırma, karıştırma, aksatma ve
hata olmadan, son derece bilinçli bir şekilde görevlerini yerine getirmeleri,
onları kontrol eden, düzenleyen, organize eden bir akıl ve bilincin de
varlığını göstermektedir. Kana tüm bu özellikleri verenin ve kusursuz bir
sistem yaratanın üstün kudret sahibi Allah olduğu apaçık bir gerçektir.
39
Böbreklerin Seçiciliği
Tesadüflerin Eseri Değildir
Böbrekler, vücutta dolaşan kanı sürekli
olarak temizlerler. Süzdükleri maddenin bir kısmını vücuda kullanılmak üzere
geri gönderen böbrekler, işe yaramayan ve zararlı olanları ise vücuttan
atarlar. Peki böbrekler bu ayrımı nasıl yapar? Proteini, üreyi, sodyumu,
glikozu ve diğerlerini birbirinden nasıl ayırt ederler?
Neyin atılıp neyin tutulacağına karar
veren böbreklerdeki "glomerül" adı verilen ve kılcal damarlardan
oluşan yapıdır. Bir et parçası, hangi maddenin ne kadarının atılıp ne kadarının
tutulacağına nasıl karar verebilir? Böbrekleri seçici özelliği ile tasarlayan,
ne kimya, ne fizik ne de biyoloji eğitimi almamış, şuursuz atomlar veya kör
tesadüfler olabilir mi? Elbette ki hayır. Tüm bunlar, kusursuz ve bilinçli bir
tasarımın, Allah'ın üstün yaratışının delillerindendir.
40
Böbreklerin Tesadüfen Oluştuklarını
İddia Etmek Büyük Bir Hatadır
Böbrek, yalnızca 5-7 cm yer tutar,
sessizce, hissettirmeden, durmaksızın ve hiçbir bakıma ihtiyaç duymadan
çalışır; kanın kalitesini kontrol eder, kan hücrelerinin üretilmesini emreder,
kandaki su miktarını ayarlar, tansiyonu kontrol eder, kanı temizler, vücudun
ihtiyaçlarına en uygun 2.400.000 filtre ünitesi aralıksız çalışır, çalışması
için özel bir vakit ayırmaya gerek yoktur günlük yaşam içinde insan nerede olursa
olsun çalışmasını sürdürür.
Diyaliz makinesi, orta boy bir
buzdolabı büyüklüğündedir, elektrikle çalışır, gürültülüdür, 3-4 yılda
yıpranır, sürekli bakım gerektirir, böbrek çalışmadığı için vücutta kan
üretilemez, hasta kansız kaldığı için sık sık kan nakli gerektirir. Steril
hastane koşullarında uzman doktor ve teknisyenler tarafından çalıştırılır, tüm
hastalar yüksek tansiyon hastasıdır, makineye bağlanınca tansiyon aşırı düşer,
hastanın nefesi daralır, titreme krizleri gelir, kanamalar kolay ve sık olur,
sık sık kas krampları oluşur, basit bir filtredir. Kanı kabaca süzdüğü için
hastanın tahlilleri yapılır, eksilen maddeler serumla tekrar verilir, insanı 3
günde bir 5 saat boyunca yatağa bağlı tutar, hareket etme imkanı vermez.
Bir diyaliz makinesinin tesadüfen
oluşamayacağını bilen insanların, ondan daha üstün özelliklere sahip olan
böbreklerin tesadüfen oluştuklarını iddia etmeleri büyük bir mantıksızlıktır.
41
Kemik Hücrelerinin Kalsiyum
YakalamaYeteneği Tesadüfen Oluşamaz
Kemikler kalsiyum ve fosfor gibi hayati
maddeleri depolar, herhangi bir durumda ihtiyaç olduğunda depoladıkları bu
maddeleri vücuda geri verirler. Gözü veya herhangi bir duyu organı olmayan bir
kemik hücresi, kanda bulunan binlerce değişik madde arasından kalsiyumu ve
fosforu kolaylıkla ayırt eder. Sonra hiç şaşırmadan bu atomları yakalar.Bir
insan dahi önüne koyulan kalsiyum, fosfor, demir, çinko gibi farklı element
tozlarını -eğer bu konuda bir eğitim almamışsa- ayırt edemez.
Ayrıca kemik hücresi kendisine
"kalsiyum depola" emri (Kalsitonin hormonu) geldiğinde bu emre hemen
itaat eder. Eğer kendisine "depoladığın kalsiyumu bırak" emri
(Parathormon hormonu) gelirse, bu emre de itaat eder. Kemik hücresi yüksek
şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplin anlayışıyla gece gündüz görevine devam eder.
Özel yetenekleri olan bu hücrelerin tesadüfen oluşamayacakları çok açık bir
gerçektir.
42
Midedeki Kusursuz Tasarım
Besinleri ve onların içerdiği
protenleri sindirebilmek için midede çok güçlü asitler salgılanır. Bu asitler
tıraş bıçağını dahi sindirebilecek güçtedir. Peki bu asitler, kendisi de
proteinlerden oluşan mideye nasıl olup da zarar vermezler? Bunun cevabı, insan
vücudundaki benzersiz tasarım örneklerinden birinde gizlidir. Midenin girintili
çıkıntılı duvarlarının derinlikleri sayesinde, mide kendi kendini sindirmez.
Mide duvarlarındaki bu derin çukurlarda
birbirinden farklı özelliklere sahip hücreler yer alır. Hassas bir denge
içinde, midedeki birtakım hücreler asit salgılarken, bu hücrelerin yanıbaşında bulunan
başka hücreler de yapışkan bir sıvı salgılar. "Mukus" isimli bu sıvı
midenin yüzeyini örter ve mide duvarını asitlere karşı bir kalkan gibi korur ve
enzimlerin mideye zarar vermesini engeller. Peki mide için bu akılcı önlemi
alan karar merkezi, hücreler veya atomlar olabilir mi? Elbette ki hayır. İnsan
vücudunun her özelliği, kusursuz bir yaratışın delilidir.
43
Evrim
Teorisinin Açmazlarından Biri:
Bilgi
Teorisi
Evrimcilerin açıklayamadıkları
konulardan biri canlılıktaki bilgidir. Çünkü bilgi asla maddeye indirgenemez.
Örneğin bir kitap kağıttan, mürekkepten
ve içindeki bilgiden oluşur. Kağıt ve mürekkep maddesel bir şeydir, ancak
kitabın içindeki bilgi maddesel değildir.
Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o
zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından
düzenlenmiştir. Örneğin, her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış olan
yazarın zihnidir.
Canlıların DNA'larında da son derece
kapsamlı bir bilgi bulunur. 20. yüzyılda bilim DNA'daki bilginin,
materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye indirgenemeyeceğini ortaya çıkarmıştır.
DNA'daki bilgi, üstün bir Aklın ve sonsuz bir İlmin eseridir. Canlılığın
kökeninde yer alan bu olağanüstü bilgi, materyalist felsefeyi çökertirken,
alemlerin Rabbi olan Allah'ın apaçık varlığına sayısız deliller sunmaktadır.
44
İnsan Embriyosunda
Solungaçlar Vardır Yalanı
Bu iddia, evrimci biyolog Ernst Haeckel
tarafından 20. yüzyılın başında yapılan bir bilim sahtekarlığına dayanmaktadır.
Haeckel, evrime delil oluşturmak için, insan, tavuk, balık gibi canlıların
embriyolarını yanyana çizmiş, ancak bu çizimler üzerinde çarpıtmalar yapmıştır.
Bugün tüm bilim dünyası bunun bir sahtekarlık olduğunu kabul etmektedir.
Haeckel'in "solungaç" diye gösterdiği yapı, gerçekte insanın orta kulak
kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır.
45
Moleküler Kıyaslamalar Evrim
Teorisine Delil Oluşturmamaktadır
Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA
şifrelerinin ya da protein yapılarının benzer olduğundan söz ederler ve bunu,
bu canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerinin delili olarak
yorumlarlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki, canlıların temel yaşamsal
işlevleri birbiriyle aynıdır, dolayısıyla benzer DNA'lara sahip olmaları
doğaldır. Bu ortak bir atadan evrimleştiklerini göstermez. Ayrıca farklı
türlere ve sınıflara ait canlıların DNA analizleri sonucunda elde edilen
bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA benzerliklerinin ya da farklılıklarının,
öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde
ortaya çıkmaktadır. Canlılarda anatomik ya da kimyasal benzerlikler arayan ve
bunu evrime delil saymaya çalışan iddialar, bilimsel bulgular karşısında
geçersizdir.
46
Bakterilerin Antibiyotik Direnci
Evrime Delil Değildir
Evrimciler,
bakterilerin bazı antibiyotiklere direnç göstermeye başlamalarını da evrime
delil olarak gösterirler.
Söz konusu direnç şöyle oluşur:
Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız
varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla çoğalma
imkanına kavuşurlar. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu
antibiyotiğe dirençli olan bireylerden oluşmuş bir koloni haline gelir.
Görüldüğü gibi antibiyotik direncinin
genetik bilgisi bakterinin DNA'sında en baştan beri bulunmaktadır. Yani bu
direnç tesadüflerle ortaya çıkmış, sonradan kazanılmış değildir.
47
Allah Canlılığı Evrimle Yaratmamıştır
Bazı kişiler hem Allah'a iman
ettiklerini hem de evrim teorisine inandıklarını söylemektedirler. Oysa bu
hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü;
1. Allah'a ve Allah'ın dinine
inandığını söyleyen bir insan için tek başvuru kaynağı ve rehber Kuran'dır.
Kuran'da ise evrimle birlikte yaratılış olduğuna dair bir bilgi yoktur. Aksine
ayetlerde canlılığın ve evrenin, Allah'ın "Ol" emriyle yoktan var
edildiği bildirilmektedir.
2. Evrim teorisinin odak noktası,
Yaratıcı'nın varlığının inkar edilmesidir. Darwin'den bu yana evrim teorisini
savunanların hepsi bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Teori, 150 yıldır ateizmin
en önemli dayanağıdır. Ateizmin en önemli dayanağı ile Allah'a iman arasında
elbette bir ortaklık kurulamaz.
Ayrıca evrim teorisini kabul edilemez
yapan bir diğer faktör, evrim teorisinin bilim tarafından yalanlanıyor
olmasıdır. Evrim teorisi temel iddialarını bile delillendirememiştir.
48
Varyasyonlar Evrimin Delili Değildir
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan
bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı
türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere
sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı
genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon
potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin
burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki
varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa
varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik
bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye
yeni bir özellik kazandırmaz.
Örneğin bir kedi türünü ne kadar kendi
içinde türeterek zenginleştirmeye çalışırsanız çalışın, kediler hep kedi olarak
kalacak, bunlar asla köpeklere dönüşmeyeceklerdir.
49
Davranışların Kökeni Evrim Değildir
Evrimciler tüm hayvanların ve insanların
davranışında belirli bir evrimsel köken olduğunu kabul ederler. Fakat davranışların
evrimi gibi bir açıklamanın gerçeklerle bağdaşan hiçbir yönü yoktur. Çünkü canlıların
deneme yanılma yaparak öğrenecek, sonra bunları genlerinde bir davranış modeli
olarak kaydedecek ve gelecek nesillere aktaracak akıl, şuur ve yetenekleri
yoktur. Onlar yaşamlarını kurtaran savunma şekilleri, yuva kurma modelleri gibi
davranış biçimlerine doğuştan sahip olurlar.
Allah her canlıyı kendine has
özelliklerle ve davranış şekilleriyle yaratmaktadır. Örneğin bir kelebeğin
hayatta kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebileceği kuru bir yaprak
görünümüne sahip olmayı kendi kendine düşünüp, bunu vücudunda bir değişikliğe
dönüştürmesi mümkün değildir. Ya da bir kunduzun akarsu yatağında suyun akışını
kesecek kadar ileri derecede mühendislik hesapları gerektiren bir baraj inşa
edebilmesi ve ilk doğduğu andan itibaren bunu yapabilmesi kuşkusuz öğrenme ile
ya da doğal seleksiyon gibi bilinçsiz mekanizmalarla açıklanabilecek bir durum
değildir. Canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerini
koruyabilecekleri birtakım özellik ve davranış biçimlerine sahip olarak
doğarlar. Onlara bu özellikleri veren Allah'tır.
50
Darwinizm 20. Yüzyıla Felaket
Getiren İdeolojilerin Temelidir
Darwinizm'in temelini "yaşam
mücadelesi" kavramı oluşturur. Darwinizm'in diğer önemli iki özelliği ise,
insanları bir hayvan türü olarak görmesi ve Allah'ı ve dini inkar eden felsefe
ve ideolojilere sözde bilimsel bir zemin hazırlamasıdır. Darwinizm'in bu
özellikleri, 20. yüzyılda vahşi kapitalizm, ırkçılık, öjeni, komünizm, faşizm
gibi birçok tehlikeli ideoloji ve felsefeye destek sağlamış ve onları
güçlendirmiştir.
Darwinizm'in bazı çevrelerden büyük
destek görmesinin bir nedeni de budur: Bu sayede barbarca katliamlar yapanlar,
insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düşürenler, ırklarından
dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük işletmeleri kapattıranlar,
fakirlere yardım elini uzatmayanlar artık kınanmayacak veya
engellenemeyecektir. Çünkü onlar bunu sözde "bilimsel" bir doğa
kanununa uyarak yapmaktadırlar.
Darwinizm bu nedenle son derece
tehlikelidir ve günümüzde de toplumlara ve insanlığa zarar getiren ideoloji ve
felsefelerin birçoğuna sözde bilimsel bir destek sağlamaktadır. Darwinizm'in
bilimsel olarak çürütülmesi bu nedenle büyük bir önem taşımaktadır.
SONUÇ
Tüm canlılığı yaratanın alemlerin Rabbi
Allah olduğu çok açık bir gerçektir. Çevresindeki canlılar ve kendi bedeni
üzerinde biraz düşünen her insan bu açık gerçeği hemen görür ve kavrar.
Evrim teorisinin ise bilim ve akıl dışı
bir iddia olduğu son derece açıktır. Kör tesadüflerin canlılıktaki kusursuz
tasarımı meydana getiremeyeceği ortadadır. Bir plastik şişenin dahi tesadüfen
meydana gelemeyeceğini kabul eden bazı insanlar, sadece Allah'ın varlığını
inkar edebilmek, ateist ve materyalist dünya görüşünü yaşatabilmek uğruna,
kusursuz ve olağanüstü kompleks tasarımlara sahip canlıların tesadüfen meydana
geldiğini iddia edebilmektedirler.
Ancak, bu iddiaları artık kabul
görmemektedir. 21. yüzyıl tüm insanlığın Allah'ın tek Yaratıcı Güç olduğunu
kabul edeceği tarihi bir dönüm noktası olacaktır. 19. yüzyıl nasıl materyalist
dünya görüşünün hakim edildiği bir yüzyıl olarak tarihe geçmişse, 21. yüzyıl da
Allah'ın varlığına ve birliğine olan inancın güçlendiği bir dönüm noktası
olarak tarihe geçecektir. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Siz, Allah'ın dışında
taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi
yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara
bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?
Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başka-sını vadetmiyorlar. (Fatır
Suresi, 40)